Hoşgeldin Defne!

Bu hikaye Defne'nin hikayesi.. Defne San Diego'da dünyaya geldi.. Tatlı annesi Sinem ise bence çok eğlenceli bir dil ile yazmış her şeyi.. ben bir solukta okudum.. 

Sinem'in diğer yazılarını okumak isterseniz, mutlaka bloguna da göz atmalısınız. 

http://www.4bavul1yol.com/

Teşekkürler Sinem 🙏



Funda’yı ziyaret etttikten 9, Iphone5’i inceledikten 8, Moğol yemeği yedikten tam 6 saat sonra gece  4’te farklı bir hisle uyandım. Sancı, ağrı ya da mide yanması değildi hissettiğim. Sadece biraz ıslaklık. Uyuyan ev halkına hiç ses etmeden kalkıp tuvalete gittim. Evet biraz çiş kaçırmış olmalıydım. Defne Hanım son zamanlarda idrar torbamın üstünde dans ediyordu nitekim. Tekrar yatağa döndüm fakat sanki ıslaklık biraz daha artmıştı. Tekrar ayak uçlarımda yataktan kalkıp elime ipad’i aldım. Google’a “hamilelikte su gelmesi” yazıp search’e bastım. Kimisi bir bardak kimisi ise bir kova suyun ardından doğumun başlayacağından bahsediyordu ve bu sırada benden akan su miktarı da bir bardağı çoktan aşmış  kovaya dönüşmek üzereydi. Saate baktım. 5 olmuştu. Kardeşimi uyandırmadan annemlerin yanına gittim. Kısık bir sesle “Sanırım ben doğuruyorum” dedim. Doğurduğumdan hala pek emin değildim nitekim izlediğim hiçbir filmde böyle başlamıyordu doğum. Ardından doktorumu aradım. Uykulu bir sesle hemen hastaneye gitmemi söyledi. Kimbilir ne planlar yapmıştı bu pazar günü için diye geçirdim içimden. Bir süre ne giysem diye düşündüm. Ne giysersem giyeyim feci şekilde ıslanmaktan kurtulamayacaktı. O yüzden en feda edilesice elbisemi seçtim. Önce saçımı topladım sonra doğururken rahatsız eder diye düşünüp açtım, bir taç takıverdim. Kardeşime evden çıkmadan bir kaç fotoğraf çekmesi için çeşitli pozlar vermeye başladım. O da bana “Sen doğurduğundan emin misin bizim şimdi apar topar hastaneye gitmemiz gerekmiyor muydu” dedi. “Sanırım gerekmiyor” dedim. Kapıdan çıkmadan şu son pozu da verdikten sonra ailece arabaya doluştuk. Ben ön koltuğa kuruldum.



Yol boyunca suyum kelimenin tam anlamıyla sular seller gibi akmaya devam etti. Baktım başa çıkılacak gibi değil mendillerle orayı burayı kurulamaktan vazgeçtim. 6’ya doğru hastaneye vardık. Gece10’dan sonra sokaklarda in cinin top oynadığı Amerika’da saat 6’da in ve cin bile yoktu etrafta. Ben arabadan inerken bir bekçi beni görüp tekerlekli sandalye ile geldi hemen. Ben her ne kadar istemem desem de o sandalyeye zorla oturtuldum resmen.

Bir kaç  saat önce Funda’yı ziyaret ederken selamlaştığım ve iki hafta sonra görüşürüz dediğim hemşireler beni o halde karşılarında görünce gülmeye başladılar elbette:)  Bir kaç evrak işinden sonra odama alındım ve çok fazla Dr. House ve E.R izlemiş biri olarak o önü var arkası yok hastane önlüğünü giyerken pek de yadırgamadım.


Türkiye’de hamileliğinin son ayını yaşayan herkesin yakınen tanıdığı ama Amerika’da benim tanışma fırsatı bulamadığım NST cihazına bağlandıktan sonra çok tatlı bir hemşire gelip önce kendini tanıttı sonra da belki doğumun kendisinden bile daha çok korktuğum işlemi yani damar yolumu açacağını söyledi. Bu daha önce hiç yaptırmadığım bişeydi ve damarımdan içeri tüplü bir iğne takılacağını düşünmek bile normal zamanda midemi bulandırmaya yeterdi. Korktuğumu söyledim. Önce işlemin neden ve nasil yapıldığını tane tane anlattı sonra da bebek odasını anlatsana bana dedi. Ben tam ballandıra ballandıra Defne’nin odasını anlatmaya başlamıştım ki iğneyi sokuverdi. Yöntemini çok takdir ettim doğrusu:) 
Yattığım oda hem delivery hem de recovery room. Yani hem burda doğurucam hem burda kendimi toparlıycam. Üstelik görünüş itibariyle hiç de korkunç değil. Hemen yanıbaşımda iki koltuk, karşımda TV ve cd çalar ve dolap kapaklarının ardına gizlenmiş tıbbi alet edavat herşeyi daha da normalleştiriyor. Bu, zamanında bir diş operasyonum sırasında doktorların kendi aralarında operasyon hakkında değil haftasonu planları hakkında konuşmalarını rica etmiş benim gibi biri için harika bişey:) Valizden Ajda cd’sini çıkarıp çalmaya başladık mı ben hazırım demektir. Doğrusu kızımın mıy mıy bir müzikle dünyaya gelmesindense benim tercihim böyle fıkır fıkır enerjik bir müzikle doğurmaktan yana :) 
Sancılar her ne kadar saat 8 itibariyle kendini belli etmeye başlamış olsa da katlanılamayacak gibi değil.  Bu sırada yememe ya da içmeme izin verilen tek şeyse buz parçaları. En son dün akşam yediğim bol baharatlı Moğol yemeğinin üstüne içim yansa da yapacak birşey yok. Sürekli yanıma gelip giden hemşirelerden tek isteğim biraz daha buz parçası.
Ve açılma 4 santime ulaştığında hemşirelerden bir şey daha istemeye karar veriyorum. Epidural. Ha 4 ha 5 santim en sonunda alınacaksa bu meret neden kendimi daha fazla hırpalatayım. Anestezistin odaya girmesi ile birlikte bir korkuyla daha yüzleşmenin vakti geliyor. Sola dön, eğil, kıpırdama komutlarının ardından hooop o iğneler de sırtıma girmiş bile. Epiduralle ilgili söyliyeceğim tek şey şu: Allah bulandan bin kere razı olsun:)
Bu sırada sevgili eşim de dünyanın bi diğer tarafında Hindistan’da. Defne hanım iki gün daha bekleseydi babası da o an yanımızda olacaktı ama neyseki odada wifi bende skype onun uçuş saatine kadar naklen yayındayız.
Epidural sonrası o kadar tatlı bir uyku çöküyor ki insanın üstüne engel olmanın imkanı yok. Gelen giden, nabız tansiyon derken 2 saat uyuyorum. Bu da doğum yaparken kesinlikle olmasını beklediğim bişey değil. Uyanınca tekrar ediyorum epidural dünyadaki en harika şey :)


Kendi ebem Aileen haricinde shiftler değiştikçe gelip giden hemşireler de değişiyor. O kadar güleryüzlü ve ilgililer ki hepsi hasta psikolojisi dalında oskarlık o an gözümde. Saatler ağır aksak ilerlerken Aileen’a sıkıldım diyorum. Merak etme bugünden sonra sıkılmaya vaktin olmayacak diyor :) Saat 4 açıklık 7 cm olduğunda  Aileen artık yavas yavas “ıkınma” egzersizlerine başlıyacağımızı söylüyor. Makineye bakıp bana “push” dediğinde ben de suratımla değil popomla ıkınıcam :) İnşallah! 


Epidural sonrası bacaklarımı hiç hissetmeyeceğimi sanan ben bir kaç başarısız denemenin ardından Aileen’in övgüleriyle gayet güzel push’lar sergiliyorum. Doğrusu bu Amerika’lılar gaza getirme konusunda bi harikalar. Bir ıkınma bir mola ile 8 santime ulaştıktan sonra doktorum Melih bey de geliyor hastaneye. Bebeğime ne zaman kavuşacağımı soruyorum hemen. İlk bebek olduğu için 12 saat bile sürebilir diyor :(  Sonsuz gibi gelen 12 saati duyunca birden hem ıkınmalarım hem sancılarım artıyor. Artık molalar daha kısa, Melih Bey push konusunda daha ısrarcı. Ardı ardına gelen push push push komutlarıyla rengim de pancar kırmızısı:)

Bana bir ömür gibi gelen bir buçuk saatten sonra Aileen’dan kızıma kavuşmama çok az kaldığını duyuyorum. Sevincimin tarifi yok. Defnemin biraz sonra kucağımda olacağına inanamıyorum. Ve sadece bir kaç ama sadece bir kaç dakika sonra birden herşey tepetaklak oluveriyor. Melih Bey’in ağzından çıkanlar gözümü kör, kulaklarımı sağır ediyor. “Sinem bebeğin kafası çıktı ama omuzları sıkıştı” diyor. Bundan sonrasını çok net hatırlamıyorum. Tek hatırladığım içimden şunu dediğim: “Buraya kadar geldik ufaklık şimdi pes etmiycez” ve ciğerlerimdeki son nefesle, bedenimdeki son kuvvetle ıkınıyorum. O sırada odaya doluşan 6 hemşireyi, Melih Bey’in var gücüyle harcadığı çabayı, annemin yüzündeki ifadeyi daha sonra fotoğraflardan görüyorum. Zaman, mekan, gerçeklik hepsi birbirine karışıyor ta ki ben o INGA sesini duyana kadar. Bütün dünyada “Ben geldim, burdayım, bak sonunda kavuştuk anne” anlamına gelen o ses…

Bebeğimi hemen üstüme koyuyorlar. Bedenimin üstüne sıcak, yapış yapış bir his yayılırken içimde boşalan yere bir anda müthiş bir huzur, mutluluk ve rahatlama doluveriyor. Boğazım düğümleniyor. Ona dokunduğum o ilk an daha önce kurguladığım hiçbir söz çıkamıyor ağzımdan. Tek çıkan gözlerimin kenarından akan yaşlar. Çok beklediğim, çok istediğim, çok özlediğim kızım sonunda yanımda. Önce hayallerimde, sonra karnımda büyüttüm onu. Şimdi sıra hayat yolunda. 

Bu öyle bir duygu ki hiçbirşeyle kıyaslanamaz, hiç bir kelimeyle tarif edilemez. Ancak yaşamak gerek. Belki bir muzice derim. Benim mucizem. Bizim mucizemiz. Adını DEFNE koyduğum mucize. Senle birlikte ben de doğdum ufaklık ve şimdi herşey daha yeni başlıyor!


4.20 kg


Dünyanın en güzel şeyi


tarifsiz mutluluk









CONVERSATION

0 yorum:

Yorum Gönder